Ticari Mama, Mide Asidi ve Hastalıklar Üçlemesi

Bir Haldun Mergen yazısıdır


MAMACILARIN TEK HEDEFİ – ASİT KLORHİDRİK (HCl)
Kategori: BESLENME



Senelerden beri kuru mamaların köpeklerin hasta olması için üretilmiş olduğunu ve üretilmeye de devam ettiğini söyleyip durmuştum. Ama bunun nasıl başarılabildiğini hiçbir zaman açıklamamıştım. Açıklamamamın sebebi ise bunu kimsenin bana sormamış olmasıydı. Nihayet geçenlerde biri bana sordu, hem de haşin bir şekilde, doğrudan özelime yazarak. Aynen aşağıya bazı cümleleri çıkartarak kopyalıyorum.

“……….. Sağda solda ileri geri konuşup durduğunuzu izliyorum. Bu sebeple doğrudan size yazıp işin aslını öğrenmek istedim. 
Kendini ne sandığını bilmiyorum ama bilgisi olmadan fikri olanlardan olduğun belli. Sanki mamalar hakkında çok şey biliyormuş gibi davranıp kuru mamaların kedi ve köpekleri hasta etmek için üretilen bir zehir olduğunu ileri sürerek tüm mama üreticilerine iftira atıyorsun. Bizler senelerdir ev hayvanlarımızı mamayla besliyor ve beslenmesini tavsiye ediyoruz. Kendi tecrübeme ve bilgime dayanarak söylemem gerekir ki günümüz şartlarında ev hayvanlarımızı, üzerinde geniş çaplı araştırmalar yapılmış olan ileri teknolojilerle üretilen mamalarla çok sağlıklı ve dengeli bir şekilde besliyoruz ve yavrularımızın hiçbir şikayeti olmadığını gözlüyoruz. 
Nasıl oluyor da bu şekilde bir mama karalama kampanyası güdebiliyor ve kedi köpek sahiplerini kor-kutmaya çalışıyorsun. 
Bu kuru mamalar madem çocuklarımız hastalansın diye üretiliyorlar ve sen bunun nasıl olduğunu biliyorsun o zaman bizede nasıl olduğunu anlatabilirsin………”

Demek ki birilerinin ilgisini çekebilmişim. Çok sevindim doğrusu.

İşte hayvanlarımızı hastalandırmak için tasarımlanmış tamamen bilimsel çok zekice ve de çok basit olarak atılmış hamlelerin hepsini aşağıda açıklamaya çalışacağım.

Hastalıklar, bir organizmada, sebep-sonuç ilişkisi şeklinde gelişir. Bir organizmada oluşan hastalıkları üç ana bölüme ayırmak mümkündür.
1-İnfeksiyonlara bağlı hastalıklar
2-Dejeneratif hastalıklar
3-Travmatik hastalıklar

İnfeksiyöz hastalıklar solunum yoluyla, sindirim kanalı yoluyla veya deriden aktif transport yoluyla bulaşabilirler.

Dejeneratif hastalıkların tek bir kaynağı vardır: yanlış beslenme.
Yanlış beslenmeyle hücreyi dejenere edecek veya hücreyi bağışıklık sistemine yabancılaştıracak, organizmanın kabul edemeyeceği yanlış besin öğelerini organizmaya sokmak ve bu sayede hücre bazında dokuları bozmakla ortaya konur.

Travmatik hastalıkları ise fizyolojik ve psikolojik travmalar diye ikiye ayırmak müm-kün.

Fizyolojik travmalar ya ekstrensek faktörlerden  ya da  intrensek faktörlerden kaynaklanabilir.
Organizmanın koruyucu dış birimi dışsal faktörlerden yaralanabilir ve bu yaralardan iltahap kapar ya da organizma içi bir takım inflamasyonlardan dolayı yaralanır ve iltahaplanır. Bunlar fizyolojik travmalardır.

Psikolojik travmalar ise organizmanın hormonal ve hücresel dejeneresansı sebebiyle ortaya çıkan davranış bozukluklarını ifade eder.
Ekstrensek olan faktörlerle hastalıklardan korunmak için organizmanın bu faktörlere karşı geliştirdiği iki duvar ve bu duvarların berisinde mükemmel bir savunma sistemi bulunmaktadır.

İşte bu üç engelden en az birini ve en önemlisini yıkabilirsek ve o önemlinin yıkılmasıyla bir ikinci engel de yıkılıyorsa organizma hasta olmaya mahkum olur.
En önemli engel muhteşem bir duvar vazifesi gören Mide Asiti,
Ve buna bağlı olarak kaskad etkisiyle yıkılan ikinci engel,  tahmin edeceğiniz üzere Bağışıklık Sistemidir.

Hamlenin çok akıllıca yapılması bu aşamada başlıyor.
Eğer duvarda delikler açar ve aynı hamleyle eşzamanlı olarak savunma sistemini zayıflatırsak ne olur?
Organizma hastalanmaya başlar.
Ama bu hastalanma aniden yapılırsa foya ortaya çıkacağından hastalanmanın çok yavaş ilerlemesi, zehirin çok uzun atımlı olması ve zehirin doğrudan etki etmeyip sanki köpek sahibinin hatalar işlemesi, boş bulunması sebebiyle hastalıkların ortaya çıktığı intibağı verilmelidir.
Bu arada hastalıkları tedavi edecek veterinerlerin bu senaryodan haberdar olmamaları gerekecektir. Bunu sağlamak için, bir üst akıl devreye girerek, veteriner fakültelerinden evcil hayvan beslenme derslerini kaldırtacaktır. Sadece büyük ve küçükbaş hayvan beslenme dersleri kalacaktır. Çünkü büyük ve küçükbaş hayvan insanoğlunun besin zinciri içerisinde ve en zengin protein kaynağıdır. Onun için bu bölüme zarar verilmek istenmeyecektir. Ama evcil hayvanlardan kedi ve köpekler, birkaç istisna ülke hariç insan evladının besin zinciri içerisinde olmadıklarından rahatlıkla bu hayvanlar 80 milyar dolarlık bir pasta içerisinde kolaylıkla yem olarak kullanılabilirler.
Bu pastanın adı Kuru Mama’dır.
Fakültelerde kedi köpek beslenmesini öğrenemeyen veterinerler, bu konuyu kuru mama mümessilleri tarafından öğrenmeye başlıyacaklar, firmaların sponsorluğunu yaptıkları kongrelerle kuru mamanın faydaları tüm veteriner dünyasına duyurulacak ve öğretilecektir.
Kuru mama pastası bundan, çok değil, 10 sene önce 35 milyar dolarlık bir pastaydı,
Şimdi yani 2018’de bu pasta 80 milyar dolarlık bir değere ulaştı. Yani pasta çok bü-yük. Ve eğer kedi ve köpekler tüm dünyada kuru mamayla beslenmezlerse muazzam bir endüstriyel kayıp ortaya çıkacaktır. Her ne pahasına olursa olsun kedi ve köpekler kuru mamayla beslenmek durumundadır. Bunun gerçekleşmesini sağlamak için her yol mubahtır.

Sindirim Kanalında Midenin Rolü
Mide mükozasında bulunan Oksintik bezlerden hidroklorik asit, pepsinojen, intrinsik faktör ve müsin salgılanmaktadır.
Yine mide mükozasında bulunan Pilor bezlerden ise müsin, pepsinojen ve gastrin hormonu salgılanır.

Bazı tanımlar:
1- pH: Bir sıvının pH değeri o sıvının ne kadar asit ne kadar alkalin yani bazik olduğunu gösterir.
pH değerleri 0 ile 14 arasında değişen değerlerdir. Suyun pH’ı 7 dir. 7 değeri nötr bir değerdir.
Bir sıvının pH değeri ne kadar düşükse o sıvının asidite değeri o kadar yüksek demektir. pH değer 7’ye yaklaştıkça asidite değeri o kadar az demektir.
2- Pepsinojen: Pepsin, mide özsuyundaki et, yumurta gibi protein kaynakları-nı sindirmeye yarayan kuvvetli bir enzimdir. Bu enzim üretilen perietel hücrelerin de proteinden olması nedeniyle doğrudan hücreler tarafından üretilmez. Öncelikle oksintik bezlerden hidroklorik asit üretilir. Çok güçlü olan bu asidin mide dokusuna zarar vermemesi için aynı zamanda dokuyu koruyucu müsin salgılanır ve bu müsin mide dokusunu sararak bir mükoza oluşumunu sağlar. Bu oluşum sağlanınca Oksintikten ve Pilor bezlerden pepsinojen salgılanır. Pepsinojenin hiçbir enzimatik özelliği yoktur ama pepsinojen asitle karşılaşınca pepsin enzimine dönüşür ve proteinlerin parçalanması başlar. Mukoza oluşmadan asit salgılanır ve pepsin enzimi oluşursa bu enzim yine bir protein olan mide dokusunu parçalamaya başlar.
3- İntrinsik faktör: Mide parietal hücreleri tarafındaqn üretilen bir glikoproteindir. Sonradan illeumda B12 vitamininin emilimini sağlar.
Mekanizma şöyle çalışır: Salya bezlerinden salgılanan transcobalamin-I gli-coproteini, asidik ortamlara çok duyarlı olan B12 vitaminine bağlanır ve mide asidik ortamını rahatça geçer ve duodenuma (12 parmak bağırsağı) gelir. İnce bağırsağın az asidik ortamında pankreatik enzimlerle sindirilen taşıyıcı protein transcobalamin-I, B12 vitaminini serbest bırakır. Midenin parietal hücrelerinden salgılanmış olan intrinsik faktör, ki bir glikoproteindir, ileumda  serbest kalmış B12 vitaminine bağlanır. Bu bağlı molekül grubu beraberce epitelial hücreler tarafından hücre içine emilir. Hücre içerisinde intrinsik faktörden ayrılarak, B12 vitamini, bu sefer yine bir glikoprotein olan transcobalamin-II’ye bağlanır. Bu birliktelik B12 vitamininin karaciğere taşınmasını sağlar.
4- B12 Vitamini:  diğer bir adıyla cobalamin suda eriyen vitamin grubundan-dır. Hücre metabolizmalarında kullanılır, yağ asitleri ve amino asit metaboliz malarında kullanılırken DNA sentezinde ise kofaktör olarak kullanılmaktadır. Sinir sisteminde  miyalin sentezinde, kemik iliğinde al yuvarların üretiminde folik asit B9 düzenlenmesinde önemli bir rol oynar. En önemlisi de sindirimde besin öğelerinin sindirilmesinde önemli bir rol üstlenmesidir.
B12 vitamini yapı açısından en komplike yapıya sahip, sentetik olarak üretil-mesi en zor olan vitamindir. B12 vitamini, bakteriler ve tek hücreli mikroorganizmalar tarafından üretilir.
B12 vitamini eksikliği, intrinsik faktör kaybından meydana gelen malabsorbsiyon, uzun süreli antasit tedavilerinde ortaya çıkan megaloblaistik anemiye, motor fonksiyonları bozukluğuna, kronik yorgunluk, sindirim bozukluğu, kusma, gaz çıkarma, uyku hali, karaciğer büyümesi, göz bozuklukları, halüsinasyonlar, baş ağrıları, dil enfeksiyonu, huzursuzluk, zor nefes alma,  omurilik yıpranması gibi rahatsızlıklar görülebilir. B12 vitamini eksikliği çoğu kez kalın sinir liflerinin miyelin kaybıdır.
Buna karşılık yoğun nikotin dumanına maruz kalan köpeklerde B12 takviyeleri akciğer kanseri riskini artırır.
5- Mide asiti – Gastrik asit: mide öz suyundaki sindirim asidinin ismidir.
Sindirim enzimlerinin aktive eden gastrik asit, protein sindiriminde ana rolü üstlenmektedir.
Asit, midenin iç yüzeyinde yer alan parietal hücreler  tarafından üretilmektedir ve bu hücreler bir feedback sisteme bağlı olup gerekli olduğunda asit üretimini arttırır. Bazı diğer hücreler bikarbonat üretirler ki, bikarbonat bir bazdır ve fazlalık asiti nötralize etmeye yarar. Aynı hücreler mukozik bir sıvı da üretirler ki bu sıvı mide duvarını sıvayarak mide asidinin mide duvarına zarar vermesini önleyen bir bariyer teşkil eder. Asitin ihtivası,  hidroklorik asit (HCl), potasyum klorit (KCl) ve sofra tuzu (NaCl) içermektedir.
Asidin pH değeri, 0,5 ve 1,5 arasındadır. Mukozik sıvı mide dışına çıkmadığından, acidin duodenuma bir takım sebeplerden dolayı geçmesi durumunda buradaki dokular zedeleneceğinden dolayı bu aşamada pancreas devreye girer yüksek miktarda bikarbonat üretir ve pankreatik kanaldan duodenuma boşaltır ve orada bulunan gastrik aside tamamıyla nötralize eder. Bu asit ortamda; Principal hücrelerden Gastrin hormonu salınmasını tetikler. Gastrin hormonu ise H2 reseptörlerinin duyarlılığını artırarak Gastrik asit sekresyonunu uyarır. Yine bu asit pH'da Pepsinojen'in Pepsin'e dönüşmesi ile birlikte özellikle protein sindirimi başlatılır.
6- Gastrin:  mide suyunun salgılanmasını uyaran ve mideden  salgıla-nan peptit hormonuna denir.  Gastrin hormonu çeşitli moleküler oluşumlar şeklinde dolaşımda ve dokularda mevcut bulunmaktadır. Gastrin salınmasında fizyolojik uyarı olarak beslenme başlangıcı alınır. Protein sindirim ürünü olarak bilinen aminoasitler ve peptitler ile uyarıcı etki oluşturur.
Gastrin salgısını inhibe eden yani engelleyen en önemli etken, mide asiditesi-dir.  pH 0,5'e düşünce gastrin yapımı %100 inhibe olmaktadır. Bununla birlikte duodenumda yağların mevcudiyeti gastrini inhibe eden hormonların salgılanmasına sebep olmaktadır. Gastrin midenin pilor kısmından pilorik mükoza tarafından salgılanır. Midenin gergin hâle gelmesi gastrin salgılanmasına sebep olur. Gastrin hormonu ise H2 reseptörlerinin duyarlılığını artırarak gastrik asit sekresyonunu uyarır. Yine bu asit pH'da pepsinojenin pepsine dönüşmesi ile birlikte özellikle protein sindirimini başlatılır.

Mide asidinin rolü
Mide asidinin gücü organizmanın en büyük savunma mekanizmalarından biridir ve dışarıdan gelen mikroorganizmik saldırılara karşı oldukça kalın bir duvar oluşturur. Gelin öncelikle bu ünvanın haklı bir unvan olup olmadığını inceleyelim.
Karşılaştırabilmek amaçlı köpek mide asidinin gücüyle insan mide asidinin gücünü sorgulayalım.
Mide asidinin bilimsel adı gastrik asitdir. Gücü pH denen logaritmik bir birimle ölçülür. Köpek gastrik asit pH’ı 0,5 ile 1,5 arasında değişir.
İnsan gastrik asit pH’ı ise 2,5 ile 4,5 arasında değişmektedir.
Köpek ve insan gastrik asit pH değerlerinin tepe noktaları arasında bir karşılaştırma yapar isek (1,5 / 4,5) aralarında logaritmik olarak 3, desimal olarak 1000 kat fark var demektir. Yani köpek gastrik asit gücü insanınkinden 1000 kat daha güçlüdür.

Bu güçlülük neyi ifade eder?
1- Gastrik asit besinlerin sindirimine yardım eder. Besin elemanları, ana elemanlar ve eser elemanlar olarak ikiye ayrılırlar.
Ana elemanlar, proteinler yağlar ve karbonhidratlar olarak üç ana alt gruba ayrılırlar.
Eser elemanlar ise mineraller ve vitaminler olarak iki alt gruba ayrılırlar.
Midedeki asit özellik hem proteinleri denatüre etmeye hem de midenin devamında bağırsaklardaki enzimleri aktifleştirmeye yardım eder. Özellikle protein sindiriminde önemli bir yeri olan pepsinojen enziminin aktif hale gelerek pepsine dönüşmesi için asit bir yapıyla karşılaşması gerekir. Pepsinojen-pepsin mekanizmasının sebebi ise protein parçalamaya yarayan bir enzim olan pepsinin aynı şekilde bir protein olan mide duvarına zararı olmaması amacıyladır.
Mide asiditesi yeterli olmayan bir mideye bir et parçası atıldığında pepsin enzimi üretilemeyeceğinden köpek bu et parçasını kusarak çıkartmak zorundadır. Mide asidite oranını azaltan kuru mama gıda olarak tüketildiğinde neden köpek hayvansal protein bulunan bu gıdayı kusarak çıkartmaz sorusu zorunlu olarak akla gelecektir.
Söyleyeyim, kuru mamalarda hiçbir şekilde hayvansal protein bulunmaz, sadece bitkisel protein vardır, ve bitkisel protein sindirimi midede değil bağırsakta başlar. Yani bitkisel protein aynı karbonhidrat gibi mideyi pas geçer. Diğer bir deyişle, karbonhidrat yapılar içerdikleri bitkisel proteine koruyucu bir kapsül görevi görerek mideyi, çözünmeden geçerler. Ve bu sayede midedeki gastrini tetiklemedikleri için mide duvarı zamanla körelir ve asit salgılamamaya başlar.

2- Gastrik asit vitaminlerin emilimine yardım eder. Bu konuda en iyi örnek B12 vitaminidir. Çünkü B12 vitamini, yukarıda bazı tanımlarda açıklandığı üzere,  “intrensek faktör” adı verilen bir proteine bağlanarak taşınır. Mide asidi intrensek faktörü aktive ederek B12 vitamininin ayrılmasını sağlar. Eğer bu faktör eksik ise B12 vitamini emilemeden dışkıyla atılır. B12 eksikliği ölümcül bir eksikliktir. B12 eksikliği epileptik krizlere sebebiyet veren bir eksikliktir.
3- Mide asidinin gücü besinlerin ilerleyişine yardım eder ve ince bağırsağa geçmesini sağlar, yemek borusuna kaçmalarını önler. Bunu mide çıkışında ve girişinde olan sfinkterleri (büzgen kas yapıları) sıkarak veya gevşeterek yapar. Mide sfinkterlerinin açılıp kapanmaları doğrudan mide asidinin gücüne bağlıdır.
4- Aynı mide asidi, bakterilerin, mantarların sporların ve parazitlerin etkisiz hale getirilmesini sağlar. Bu asit gücü mide bağırsak sağlığını doğrudan etkilemektedir. Bu güçten yoksun bir mide ortamından artık tüm mikroorganizmalar bağırsaklara geçerler ve çok kolay bir şekilde hastalık kaynağına dönüşmüş olurlar.
5- Yemek borusu ülseri veya reflü: Mide asidinin yemek borusuna kaçması olayıdır. Halbuki mide girişinde, yemek borusunun sonunda bir sfinkter kapak bulunmakta-dır. Bu kapak mideye bir protein girdiğinde gastrin hormonu salgılanması sonrası kapanır. Ama mide içerisindeki basıncın artması durumunda bu kapak zorlanabilir ve yemek borusuna doğru mide sıvısını asidiyle birlikte kaçırabilir. Mide basıncının artmasının sebebi ise mide çıkışındaki sfinkter kapağın açılmamasıdır. Bu kapağın açılması ise sadece mide asidinin asidite gücüne bağlıdır. Bu asidin asiditesi yeterince asit değilse bu kapak açılmaz. Sonuç; reflü veya yemek borusu ülseridir.

6-İnce bağırsak ülseri: Mideye giren besinler proteinleri içeriyorsa midede asit salgı-lanır. Sindirim sonlandığında veya protein dışı yağ veya karbonhidrat yapılar ince bağırsağa doğru geçmeye başlarlarken mide çıkışındaki sfinkter kapı açılır ve mide sıvısı içerisindeki asitle birlikte 12 parmak bağırsağına geçer. Bağırsak yapısı asitlere dayanıklı olmadığından bu asidik ortam nötürleştirilmelidir. Dolayısıyla 12 parmak bağırsağı içerisine nötürleştirici bikarbonat salınımı olur. Bikarbonat salınım tetikle-yicisi ise mide asidinin asidite oranı yani pH değeridir. Diğer bir deyişle eğer mide asidinin pH değeri yeterince düşük değil ise bikarbonat salınımı tetiklenmez ve bağırsağa geçen asit bağırsak duvarına zarar verir. Bu ise fizyolojik bir rahatsızlıktır: bağırsak ülseri.
Buna paralel olarak besinlerin  mide çıkışında safra boşalmasını da mide asidinin gücü uyardığından safra boşaltmayan safra kesesinde safra taşı oluşumları da başlar. Bu da fizyolojik bir rahatsızlıktır.

7-Bağırsak florasının bozulması: Mide asidinin gücü gıda yoluyla organizmaya giren patojen bakterilerin geçişini de kontrol ettiğini yukarıda bahsetmiştik. Asit gücü ye-terli değilse bağırsaklara bir sürü patojen bakteri geçer ve bağırsak içerisinde üreme-ye başlarlar. Bu durum bağırsak florasının dengesini bozar ve fırsatçı kolonilerin bağırsak içerisine yerleşmesini sağlar. Buna en önemli örnek ise candida mantarıdır. Mikrobik bir rahatsızlıktır. Bozuk bir bağırsak florasının sebebiyet verdiği fizyolojik rahatsızlıkların başında ise geçirgen bağırsak sendromuyla, huysuz (irritable) bağır-sak sendromu gelir.

8-Son olarak mide asidinin gücünün yetersiz olması protein parçalanmasını zedeleyerek bağırsaklara fazlasıyla parçalanmamış dolayısıyla alerjen protein geçişlerine sebebiyet verir. Diğer taraftan bozulan bağırsak florası da sürece destek vererek bir sürü otoimmün hastalığın oluşmasını tetikler. Kuru mamayla beslenen, dolayısıyla mide asidite gücünün yetersiz veya yok olan köpeklerde sürekli otoimmün rahatsızlıkların belirmesinin tek sebebi mide asidite oranıdır demek çok yerinde olacaktır.

Tüm bu verilerin ışığı altında nasıl bir oyun oynandığı açıklıkla görülmektedir. Me-kanizma şöyle çalışmaktadır; yavru köpek sütten kesilir kesilmez kuru mama gıda olarak yavruya empoze edilir. Zaman içerisinde karbonhidrat ve yağ öğeleri verilirken protein hayvansal protein değil bitkisel protein olarak sunulmaktadır.
Köpek beslenmesinde köpek karbonhidrat, yağ veya protein alıyor dediğimizde alınan bu gıda öğelerinin formu çok önemlidir. Çünkü alınan bu öğeler doku formunda alınmaktadır ve her doku da hücrelerden meydana gelmektedir. Hücre ise çekirdekten, bir takım hücre organellerinden ve de %80 oranında sudan meydana gelmektedir. Böyle bir besin öğesine natürel yani doğal besin öğesi denir. Böyle bir besin öğesini bazı dış etkilere maruz bırakırsak besin öğesi natürelliğini doğallığını yitirir. Böyle bir besin öğesine bu durumda denatüre olmuş besin öğesi denmektedir.
Kuru mamaların kuru mama olması için ana besin öğeleri olan karbonhidrat, yağ ve protein dokularını ekstrüdasyon denilen kurutma işlemine tâbi tutmak gerekmekte-dir. Bu işlemde, yüksek basınç altında madde, yüksek derecelerde ısıtılır. Buna maddeyi ısıl işleme mâruz bırakmak denir. Yüksek basınç altında yapılan bu işlemde kurutma, hücre bazında gerçekleşir, yani ekstrüdasyondan sonra hücrede bulunan %80 oranındaki su evoparasyon yoluyla buharlaşır ve hücrede hiçbir şekilde su kalmaz. Bu şekilde bir hücreye artık hücre demek mümkün değildir. Ortada hücre yoksa dokudan da bahsedilemez, ortada doku yok ise mesela kas etinden, bitkiden veya yağdan da bahsetmek mümkün olmaz. Dolayısıyla protein, yağ ve karbonhidratlar artık bozulmuş moleküllerdir. Organizma gıda yoluyla içerisine protein, yağ veya karbonhidrat almazlar. Organizmaya alınan ve emilen malzeme bu öğelerin bileşenleridir. Protein bileşenleri aminoasitlerdir, karbonhidrat bileşenleri monosakaritlerdir, yağ bileşenleri ise monogliseritlerdir. Görüldüğü gibi gıda yoluyla organizmaya alınan bu makromoleküller, enzimler sayesinde basit moleküllere indirgenmek mecburiyetindedirler. Dolayısıyla bu enzimler makromolekülleri doğru bağlardan keserek basit moleküllere indirgerler. Bunu yapabilmek için organizmanın zaten sentezlediği bu makro moleküllerin nasıl parçalanacağı, organizmanın hücre çekirdeğinde kodlanır, yani enzimlere bu parçalama işlemi öğretilir.
Şimdi bu enzimlerin karşısına denatüre edilmiş ana gıda öğeleri çıkartılırsa, bu öğeleri basit moleküllere indirgeme işlemi, enzimin karşısında tanımadığı bir molekül bulunduğundan dolayı gerçekleşemez.
Kuru mama üreticisi yararsızlığı en pahalı besin öğesi olan proteinler üzerinde uygular yani sadece hayvansal protein kaynağını ekstrüdasyon yoluyla kurutur, diğer bitkisel dokuyu doğal bir kurutma işlemi uygulayarak gıdaya karıştırır ve yağı ise bitkisel yağ olarak ekstrüde edilmiş taneler üzerine püskürtür. Hiçbir şekilde hayvansal yağ kullanmaz. Kuru mama üzerinde belirtilen nem oranı da bu karbonhidratlardan gelen nem oranıdır.
İşte böyle bir yapıda ancak bitkisel yağ ve bitkisel protein ve karbonhidrat bulunur, hayvansal protein kaynağı olan çok az miktarda et ise sadece mineralleri için kullanılır. Kuru mama içerisinde bulunduğu söylenen “kül” işte bu protein olarak hiçbir şeye yaramayan hayvansal proteindir ki miktarı da %12’yi geçmez.
Bu yapı yavrulara sürekli yedirildiğinde hayvanın bazı organları atıl duruma geçer (mide, safra kesesi, pankreas vs). Mide asit üretmez olur, pankreas bikarbonat üret-mez olur, safra kesesi safra tuzlarını üretmez olur. Böylece organlar çok yavaş bir şekilde dejenere olmaya başlarlar. Bu hücrelerin bozulma süreçleri 9 ile 12 sene arasında değişir.
Ve ortaya müthiş bir istatistiki bilgi çıkar:
“Dünya üzerindeki ortalama köpek yaşam süresi 9 sene civarındadır – Temmuz 2018”
Aynı köpekleri doğal veya doğala yakın ama kuru mamadan uzak bir beslenme prog-ramıyla besleyebilseydik ortalama köpek yaşam süresi 20 sene civarında çıkacaktı.

Gıdaların sindirim kanalına girme sırası önemlidir. Karbonhidrat ve yağların  sindi-rimi bağırsaklarda başlar. Bağlı olarak eser elemanlar olan vitamin ve minerallerin emilimleri de bağırsaktan yapılır. Dolayısıyla bu besin öğelerinin hiç biri midede durmazlar ve doğrudan bağırsaklara geçerler. Midede sadece hayvansal proteinlerin sindirimi başlar. Dolayısıyla beslenen carnivor süje beslenmesine suyla başlar, sonrasında işkembe veya midedeki yarı sindirilmiş karbonhidratı kanala sokar. Bu karbonhidratlarla birlikte  mineral ve vitaminleri de alır. Sonra iç yağlara sıra gelir. Daha sonra sakatatlar ve kas eti tüketilir. En sonda ise salgılanmış olan mide asidi içerisine gerekli miktarda kemik, denature olması için atılır ve gerektiği kadar calsium fosfat alınır.
İdeal beslenme sırası budur.
Umarım yeterince açık olmuşumdur ve umarım artık neden kuru mamaların içerisinde hayvansal protein değil, bitkisel proteinden başka bir şey bulunmadığı anlaşılmıştır.

Yazı için Haldun Mergen'e sonsuz teşekkürler
08.01.2019

Yorumlar